23 Eylül 2012 Pazar

Albert Einstein’in Beyni 2009 Yılında Yeniden İncelendi Ve…

Beyninin paryetal lobunun normal insanların beyinlerine göre daha geniş olduğundan başka elle tutulur bir şey bulunamadı. İşin kötüsü, geçmişte Einstein’ın beynini inceleyen bilim adamları da bundan farklı bir sonuca ulaşmamamışlardı, dolayısıyla bu cephede yeni bir şey yok.
Aşağıda araştırmanın ilginç yanlarını özetleyeceğim, ama yine de uzun uzun İngilizcesi’nden okumak isteyenler için şimdiden buraya vereyim linkini.
Bu seferki girişim, Florida Devlet Üniversitesi’nde antropolojist Dean Falk tarafından yapıldığını öğreniyoruz. Eski incelemelerin aksine, bu sefer Einstein’in beynine ulaşma imkanı yokmuş (anlaşılan artık her isteyene, açın şunu, bir bakacağım diyene göstermiyorlar). Bu yüzden, Dean Falk hanım, fosiller üzerinde uygulanan bir araştırma tekniğini Einstein’in beyni üzerinde de denemeye karar vermiş ve ölümünden sonra çekilen Einstein’in beyninin fotoğraflarını çalışmasında temel veriler olarak kullanmış.
Albert Einstein'in beyninin fotoğrafları
Einstein'in beyninin 1955 yılından beri vücudundan ayrı saklandığı ancak 1978 yılında açıklandı.
Yazımızın bu heyecanlı bölümünde, aniden hikayeyi durduruyor ve okuyucuyu geçmişe götürüyoruz. Çok değişik bir yazım tekniği, siz denemeyin sakın.
Pişmiş tavuğun başına gelmeyenler Albert Einstein’in başına (daha doğrusu beyninin başına) mı geldi?

Albert Einstein'in vesikalık fotoğrafı
Einstein'ın vesikalık fotoğrafı
Albert Einstein 1955 yılında New Jersey’deki Princeton Hastanesi’nde hayata gözlerini yumduğunda, Thomas Harvey adındaki hastanede çalışan bir patolog Einstein’in beynini yerinden çıkardı, üzerinde bazı ölçümler yaptı ve bir kavanozun içinde saklamaya aldı. Harvey’in bir meslektaşı ise aynı tarihlerde beynin büyük bir bölümünü 240 tane domeste küplerine benzer küçük parçaya böldü ve mikroskop saydamlarına yerleştirdi. Bu parçalar birçok bilim adamına araştırma için zaman zaman gönderilse de, bugüne kadar konu hakkında yayınlanan bilimsel makale sayısı bir kaç taneyi geçmiş değil.
Harvey, mesleki kariyeri boyunca ABD içerisinde oradan oraya tayin (!) oldukça kavanozu da yanında taşıdı ve en sonunda biraz dağılmış olan beyni (bu tanımlamaya kendim de çok güldüm yazarken) 1998 yılında halen bulunduğu Princeton Üniversitesi Tıp Merkezi‘ne verdi. Kendisi de 2007 yılında hakkın rahmetine kavuştu.
Back to the future!
Şimdi o günden bugüne yapılan araştırmaları ışık hızıyla geçip, son yapılan araştırmanın hikayesini anlatmaya devam edelim. Ne demiştik? Einstein’in beyninin çoğu parçası oraya buraya dağılmış olduğu için, Falk fotoğraflara yöneldi ve bir antropolog gözüyle Einstein’in beynini incelemeye başladı. Çalışmanın sonucunda temel bulgu olarak, Albert Einstein’in beyninin “birtakım simetrik ve asimetrik özelliklerin çok az rastlanan bir karışımını” gösterdiğini yazdı ve bu durum ona göre Einstein’ın dehasının oluşumunda katkıda bulunmuş olabilirdi.
Herşeyden önce, belirttiğimiz gibi beynin paryetal lobları normalden oldukça genişti ve bu bölümün üzerinde yer alan kanallar ile kabartılar tuhaf şekillere sahipti. Falk’a göre bu ayrıntılar önem arz ediyor olabilir, çünkü paryetal loblar beyinde  rakamlara dayalı işlemlerin yapıldığı bölge olmakla kalmaz, aynı zamanda vücudun çeşitli kısımlarından gelen duyulara ilişkin algıların birleştirildiği bölüm olma özelliğini de taşır.  Bu bilgilerin ışığında, Falk, Einstein’ın beyninde görülen bu değişik özelliklerin Einstein’ın daha ziyade duyusal uyarıcıların etkisiyle düşünmeye olan eğiliminin kaynağı olabileceğini belirtiyor. Örneğin Einstein’in düşünme biçiminin, kelimeler yerine görsel duyulara dayandığını ve sebebinin beynin bu yapısı olabileceğini ifade ediyor.
Falk, araştırması sırasında ayrıca sağ motor korteksin dışına doğru çıkan küçük bir topuza benzeyen bir yapı farketmiş. Sağ motor korteks, sol elin parmaklarını kontrol eden bölüm. Falk’ın farkettiği topuzumsu çıkıntının benzerleri bazı durumlarda, çocuk yaşlarından beri bir yaylı çalgı çalan ve sağ ellerini kullanan müzisyenlerin beyinlerinde de görülebiliyor. Bu ilginç bir durum, çünkü Einstein’in çocukluğundan bağlayarak hayatının son dönemlerine dek, keman çalmaya son derece istekli ve arzulu olduğu biliniyor. Falk, söz konusu parçayı görmenin kendisini eğlendirdiğini söylemiş, zira bu parça pekala Einstein’in müzikal yeteneği ile ilgili olabilirmiş. Müzikal yetenek ile matematik yeteneği arasındaki bağlantı ise, elbette ki, yıllardır bilinen bilişsel bir olgu.
Einstein keman çalarken
Gıy gıy da gıy gıy, gıy gıy da gıy gıy
Bilimsel makalenin tümünü okumak isteyenler ise Frontiers in Evolutionary Science Dergisi’in şu sayfasına göz atabilirler.

1 yorum: