Beyninin
paryetal lobunun normal insanların beyinlerine göre daha geniş
olduğundan başka elle tutulur bir şey bulunamadı. İşin kötüsü, geçmişte
Einstein’ın beynini inceleyen bilim adamları da bundan farklı bir sonuca ulaşmamamışlardı, dolayısıyla bu cephede yeni bir şey yok.
Aşağıda araştırmanın ilginç yanlarını özetleyeceğim, ama yine de uzun uzun İngilizcesi’nden okumak isteyenler için şimdiden buraya vereyim linkini.
Bu
seferki girişim, Florida Devlet Üniversitesi’nde antropolojist Dean
Falk tarafından yapıldığını öğreniyoruz. Eski incelemelerin aksine, bu
sefer Einstein’in beynine
ulaşma imkanı yokmuş (anlaşılan artık her isteyene, açın şunu, bir
bakacağım diyene göstermiyorlar). Bu yüzden, Dean Falk hanım, fosiller
üzerinde uygulanan bir araştırma tekniğini Einstein’in beyni üzerinde de denemeye karar vermiş ve ölümünden sonra çekilen Einstein’in beyninin fotoğraflarını çalışmasında temel veriler olarak kullanmış.
Yazımızın
bu heyecanlı bölümünde, aniden hikayeyi durduruyor ve okuyucuyu geçmişe
götürüyoruz. Çok değişik bir yazım tekniği, siz denemeyin sakın.
Pişmiş tavuğun başına gelmeyenler Albert Einstein’in başına (daha doğrusu beyninin başına) mı geldi?
Albert
Einstein 1955 yılında New Jersey’deki Princeton Hastanesi’nde hayata
gözlerini yumduğunda, Thomas Harvey adındaki hastanede çalışan bir
patolog Einstein’in beynini
yerinden çıkardı, üzerinde bazı ölçümler yaptı ve bir kavanozun içinde
saklamaya aldı. Harvey’in bir meslektaşı ise aynı tarihlerde beynin
büyük bir bölümünü 240 tane domeste küplerine benzer küçük parçaya
böldü ve mikroskop saydamlarına yerleştirdi. Bu parçalar birçok bilim adamına araştırma için zaman zaman gönderilse de, bugüne kadar konu hakkında yayınlanan bilimsel makale sayısı bir kaç taneyi geçmiş değil.
Harvey,
mesleki kariyeri boyunca ABD içerisinde oradan oraya tayin (!) oldukça
kavanozu da yanında taşıdı ve en sonunda biraz dağılmış olan beyni (bu tanımlamaya kendim de çok güldüm yazarken) 1998 yılında halen bulunduğu Princeton Üniversitesi Tıp Merkezi‘ne verdi. Kendisi de 2007 yılında hakkın rahmetine kavuştu.
Back to the future!
Şimdi
o günden bugüne yapılan araştırmaları ışık hızıyla geçip, son yapılan
araştırmanın hikayesini anlatmaya devam edelim. Ne demiştik? Einstein’in beyninin çoğu parçası oraya buraya dağılmış olduğu için, Falk fotoğraflara yöneldi ve bir antropolog gözüyle Einstein’in beynini incelemeye başladı. Çalışmanın sonucunda temel bulgu olarak, Albert Einstein’in beyninin “birtakım simetrik ve asimetrik özelliklerin çok az rastlanan bir karışımını” gösterdiğini yazdı ve bu durum ona göre Einstein’ın dehasının oluşumunda katkıda bulunmuş olabilirdi.
Herşeyden önce, belirttiğimiz gibi beynin
paryetal lobları normalden oldukça genişti ve bu bölümün üzerinde yer
alan kanallar ile kabartılar tuhaf şekillere sahipti. Falk’a göre bu
ayrıntılar önem arz ediyor olabilir, çünkü paryetal loblar beyinde
rakamlara dayalı işlemlerin yapıldığı bölge olmakla kalmaz, aynı
zamanda vücudun çeşitli kısımlarından gelen duyulara ilişkin algıların
birleştirildiği bölüm olma özelliğini de taşır. Bu bilgilerin ışığında,
Falk, Einstein’ın beyninde görülen bu değişik özelliklerin Einstein’ın daha ziyade duyusal uyarıcıların etkisiyle düşünmeye olan eğiliminin kaynağı olabileceğini belirtiyor. Örneğin Einstein’in düşünme biçiminin, kelimeler yerine görsel duyulara dayandığını ve sebebinin beynin bu yapısı olabileceğini ifade ediyor.
Falk, araştırması sırasında ayrıca sağ motor korteksin dışına doğru çıkan küçük bir topuza benzeyen
bir yapı farketmiş. Sağ motor korteks, sol elin parmaklarını kontrol
eden bölüm. Falk’ın farkettiği topuzumsu çıkıntının benzerleri bazı
durumlarda, çocuk yaşlarından beri bir yaylı çalgı çalan ve sağ ellerini
kullanan müzisyenlerin beyinlerinde de görülebiliyor. Bu ilginç bir
durum, çünkü Einstein’in çocukluğundan bağlayarak hayatının son
dönemlerine dek, keman çalmaya son derece istekli ve arzulu olduğu
biliniyor. Falk, söz konusu parçayı görmenin kendisini eğlendirdiğini
söylemiş, zira bu parça pekala Einstein’in müzikal yeteneği ile ilgili
olabilirmiş. Müzikal yetenek ile matematik yeteneği arasındaki bağlantı
ise, elbette ki, yıllardır bilinen bilişsel bir olgu.
Bilimsel makalenin tümünü okumak isteyenler ise Frontiers in Evolutionary Science Dergisi’in şu sayfasına göz atabilirler.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil